ÇİLE- NECİP FAZIL KISAKÜREK

Üstad Necip Fazıl'ın şiir kitabı Çile'yi ikinci defa okudum. Şiilerini zaman zaman okuduğumda hep zevk aldığım bir şair Necip Fazıl. Neredeyse bütün şiirleri ruhuma dokunmuştur ve halen de dokunmaktadır Üstad'ın. 
Kitap şiirleri konularına göre ayırmış. Ölüm, kadın, Allah, insan, korku ve tabiat gibi. Bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Şahsen ben aşk şiirlerini daha çok severim. Ama bu kitapta çok fazla aşk şiiri yok. Hatta neredeyse yok. Ama buna rağmen diğer şiirleri de severek okudum. 
Bence bir şair hece ölçüsü ile yazmayı tercih ettiğinde duygularını aktarması biraz zor olur. Sonuçta duygularını bir kalıp ile aktarması ona göre de kelimelerini bulması gerekir. Serbest şiirler duygu yoğunluğu daha fazla olan şiirlerdir bence. Ancak Üstad'da bu yok. Şiirlerin yanılmıyorsam hepsi hece ölçüsü ile yazılmış ve buna rağmen mısraların ruha dokunması yani duygu yoğunluğu eksik kalmamış. Necip Fazıl'a neden Üstad deniyor şimdi daha iyi anlıyorum. Belirtmeden geçemeyeceğim Necip Fazıl bir şair olmasının yanında bir fikir adamı aynı zamanda.
Bazı şairlerin günümüzdeki en büyük sorunu anlaşılamamaktır bana göre. Necip Fazıl'da kapalı ve dil bakımından yoğun bir anlatım yok. Yani anlaşılması kolay ve bu çok güzel bir şey. Bu arada kitapta şiirlerin yanı sıra çok miktarda beyit ve Üstad'ın şiirleri ilgili yazıları mevcut. Bu yazılar kitabın son bölümünde verilmiş.
Ara sıra şiirlerini zevkle okuduğum ve kitabı ile de bu zevki taçlandırdığım bir şair Necip Fazıl. Çile de mutlaka okunması gereken bir kitap. İyi okumalar.

Diğer şiir kitabı incelemelerim için tıklayın.

Kitaptan alıntılar;

"DAYAN KALBİM

Seni dağladılar, değil mi kalbim, 
Her yanın, içi su dolu kabarcık. 
Bulunmaz bu halden anlar bir ilim; 
Akıl yırtık çuval, sökük dağarcık."

"EVİM

Komşuluk, mana ve ruh, ne varsa heder oldu;
Bir yeni nesil geldi, üstüste binenlerden;
Göğe çıkayım derken boşluğa inenlerden..."

"CANIM İSTANBUL

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; 
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim; 
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; 
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.

İstanbul benim canım; 
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...

Tarihin gözleri var, surlarda delik delik; 
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at; 
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare; 
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare? ..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet; 
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...

O manayı bul da bul! 
İlle İstanbul'da bul! 
İstanbul,
İstanbul...

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği; 
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir; 
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi? 
Cumbalı odalarda inletir ' Katibim'i...

Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul...

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler! 
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar; 
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...

Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul..."

"DÖNEMEÇ

Bir gündü, hava ılık
Ve cadde kalabalık

Bir kadın sapıverdi önümden dönemece; 
Yalnız bir endam gördüm, arkasından, ipince.
Ve görmeden sevdiğim, işte bu kadın dedim,
Çarpıldım sendeledim.

Bir gündü mevsim bayat
Ve esnemekte hayat.....
Dönemeçten bir tabut çıktı ve üç beş adam; 
Yalnız bir ahenk sezdim, çerçevede bir endam.
Ve tabutta, incecik, o kadın var, anladım; 
Bir köşede ağladım....."

"KALDIRIMLAR

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında; 
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık; 
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık; 
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

İçimde damla damla bir korku birikiyor; 
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor; 
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi; 
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi; 
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta; 
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum! 
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta; 
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin; 
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin; 
Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; 
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları! 
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim; 
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya; 
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..."


Yorumlar