YALNIZIZ- PEYAMİ SAFA

Yıllar yıllar önce Dokuzuncu Hariciye Koğuşu ile tanışma fırsatı bulduğum Peyami Safa ile tekrar buluşmak bugüne nasipmiş. Okuduğum ikinci Peyami Safa kitabı Yalnızız. 
Çoğu kimse için bu kitap belki de pembe dizi tadında hikayesi olan bir kitap olarak algılanabilir. Fakat Türk ve dünya klasiklerinde sadece bir hikayeyi okumuş olmasınız, bir hikayenin yanında bir toplumu, bir fikri ve bir devri okumuş olursunuz kanımca. Bu kitapta bir klasik olarak bu görevini yerine getirmiş.
Ne desem boş. Kitapla ilgili düşüncelerimi iki kere yazdım, iki kere sildim. Her yazışımda aynı noktaya geldim. Nasıl batılılaşmalıyız? İzlediğimiz Amerikan filmlerindeki gibi kızlarımızı ve erkeklerimizi sokaklara salıp gerisini kızımızın, oğlumuzun  özgür iradesine(!) mi bırakmalıyız. Yoksa onları sürekli türlü kötülüklerden korumaya mı çalışmalıyız. Kötülük deyince aklımıza ne gelir? Birileri için kızının evlilik dışı ilişkileri gayet doğal iken birileri için böyle bir haber felç geçirmesine sebep olabilir. Hangi taraftayız? Hangi tarafta olmalıyız. Doğduğumuz değil de yetiştiğimiz toplum bize neyi verdi? Yoksa biz iki taraf arasında Araf'ta kendini avutanlardan mıyız? Bizim çocuklarımız ve toplumumuz Avrupa olacağız diye türlü kadın-erkek ilişkilerinin rezilliklerine göz yumduğumuz ses çıkarmadıklarımızdan mı olmalıdır yoksa geleneğini, kültürünü yaşatmak adına ve belki de insanlık adına, ortak evrensel değerler adına bu rezilliklere ses çıkaranlardan mı olmalıdır? Samim bu romanda neden sürekli ikileme düşmüştür? Neden eski metresinin kızı olan sevdiği Meral'i ikiye bölme ihtiyacı duymuştur. Neden Samim sürekli hanımefendi Meral'i istemekte ve onu içinde bulunduğu bataktan kurtarmaya çalışmıştır. Ve neden Samim bunu yaparken eski metresinin kızını(Meral) sevgili tutmuştur. Samim hangi taraftardır? Biraz sert mi oldu sevgili okuyucu? Sert olduysa bu yazdıklarım bu kitabı okumamanızı tavsiye ederim. Zira bu düşünceler kitabın tamamını kaplıyor. Bu çelişkiler tüm sayfalarda var. 
Biraz sert yazdığım bu satırlardan sonra kitabın içine değil de dışına bakalım. Dil gayet güzel. İlk sayfadan itibaren Selmin'in hamilelik olayı hikayenin içine direkt dalmanıza sebep oluyor. Akıcı bir üslup. Fakat bir şey beni oldukça rahatsız etti. Neredeyse her sayfada bulunan yabancı kelimeler. Özellikle İngilizce kelimeler. Üstad Peyami Safa bunu kitabın ana fikriyle ters düşecek şekilde çok sayıda, hatta dikkat çekecek kadar çok sayıda yabancı kelime kullanmış. Bunu kitabın ana teması olan "Batılılaşmak" fikrine gönderme olsun diye mi yapmış yoksa gerçekten o kelimeleri edebi olarak mı tercih etmiş çözemedim. Umarım gönderme olması için kullanmıştır. 
Peyami Safa bu romanın içinde bir ütopyaya da yer vermiş. Bence sadece ütopik ülke Simeranya'yı ayrı bir kitap olarak okusak çok güzel olurmuş. 
Son olarak psikolojik tahliller.. Böyle psikolojik tahlil deyince baya afilli duruyor. Üstad romandaki bu tahlilleri afilli şekilde de yapmış Allah için. Hele o son kısımlarda gerçekten korktuğumu, kazara bir ses gelse oturduğum koltuktan kalp krizi geçirebileceğimi rahatlıkta söyleyebilirim. Alın size psikolik tahlildeki başarı. Ben bile korktuktan sonra siz garanti kalp krizi geçirirsiniz. Kitabın sonunu .. Numune Hastanesi veya .. Şehir Hastanesi'nin acil servisinin önünde okumanız tavsiye olunur. Genç yaşta göçüp gitmeyin bu diyarlardan. 
Velhasıl çok sevdiğim ve kesinlikle tavsiye ettiğim ve -altını çizerek söylüyorum-önyargısız şekilde okunması gereken bir kitap. İyi okumalar.

Diğer roman incelemelerim için tıklayın
Kitaptan Alıntılar;

"İntihar ediyorum. Kendi kendimden nefretimin çerçevelediği ve çirkinleştirdiği bir dünyada yalnızım."

"Bazan insan yokolduğu zaman mı var olur?"

"Ondan daha mühim bir varlık iğreniyor benden. Bu barlık tuhaf, vücudu yok onun. Fakat hissediyorum ki vardır o. Samim'den, Nuri'den, Cezmi'den, Talat'tan, Şakir'den, babamdan, Ferhat'tan, annemden, benden fazla var. Her yerde var o. Allah mı? Değil. Ona yakın bir şey. Dur, dur. İsmini bulacağım gibi geliyor. Var bir ismi onun. Fa.. fazilet. Fazilet derler değil mi? Yahut iyilik, iyi olmak. O iğreniyor benden. Ve ben bunu hissediyorum."

"Hayranlık mağlup olmuş bir kıskançlıktır. Yani kıskançlık gıptaya, gıpta hayranlığa yerini verir. Dibinde kin vardır. Gitgide, hayranlığın zaafa uğradığı anlarda bu kin ortaya çıkar."

"Bu dünyada en bahtiyar ve zeki kadınlar kimlerdir, bilir misiniz? Hiçbir sırrı olmayanlardır."

"Meral'in karşısında, ayakta, gözünün ucuyla Feriha'yı göstererek alçak ve dolgun bir sesle ona soracaktı.
-Hangi ihtiyaç, hangi zaruret, hangi zaptedilmez arzu, hangi his ve kader birliği seni bu son basamağa itti? Daha aşağı bir kademe yoktur. Türk ve insan cemiyeti, karşısına alıp konuştuğun bu mahluku bir fahişe olduğu için reddetmiyor. Fuhşun iktisadi mazeretleri var. Bu mahluk onlardan mahrum. Karnını doyuran evini bırakıp kaçmıştır. Aşk gibi ulvi bir mazeretten de mahrum. Altmış yaşında kartoloz bir zamparanın kolları arasında, tirit olmuş bir ihtirasa yılışacak ve yaltaklanacak kadar, en hissiz ve haysiyetsiz bir kadının bile sahip olduğu insanlık duygularını bütün ailesinin, dostlarının ve memleketinin gözü önünde çiğnemekten utanmamıştır. Bu şıllıktan daha mahzur bir genelev karısıyle Galata meyhanelerinden birinde karşı karşıya otursaydın, daha az iğrenç olurdun. Çünkü bulaşık suyunu kristal bir sürahi içinde saklayan bu sahtekarın, insanlık şerefinden zırnık nasibi olmadığı halde burada oturması, kendisine layık sefil bir dekor içinde bulunmasından daha çirkindir."

"Yalancılığa da, doğruculuğa da tahammül etmeyen bir dünyadayız. Sırasında göre yalanla doğruyu combine eden bir cemiyet ve ruh yapımız var."

"Tahsil denilen şey, hayatımızda on beş seneden fazla süren bir hastalıktır ve mektepten kaçmaktan başka ilacı yoktur."

"Başlarımız birbirine dayalı. rüzgar onun saçlarını benimkilerine, teninin kokusunu denizinkine karıştırıyor. Gözlerim kapalı. İki eli de avuçlarımda. Sıkıyorum. Başını hafifçe çekiyor ve yan bakışlarıyle gözlerimi aralayarak gülümsüyor. Yüzünde; müşterek bir rüya anının dalgınlık izleri yerine, ağır düşüncelerden gelen bir dehşet intibaı var. Bir korku sarayının simsiyah koridorlarında dolaşan yalnız ve mahpus bir kıraliçe gibi gözleri karanlığı emiyor, büsbütün irileşiyor ve güzelleşiyor. Ben onun münzevi kalbine uzaklardan seslenmek için, kulaklarının içine en güzel hislerimi fısıldıyorum. Sonra dudaklarımı yanaklarının üstüne koyuyorum. Yüzü yanıyor, o kadar yanıyor ki, biraz sonra kül olup dağılmasından korkuyorum. Sonra ince bir ıslaklık. Hafif bir titreme. Gözlerinin içine bakıyorum. Karanlık; ve soruyorum:
-Ağlıyor musun?
Gözlerini yumuyor."

"Her caninin içinde temiz bir dünya vardır. Oraya kaçış kendi kendinden nefret ifade eder."



Yorumlar