HİKAYELER- AHMET HAMDİ TANPINAR

Hikaye tam olarak neydi? Yani edebi yönden bakarsak bir hikaye tam olarak neyi ifade eder? Yaşanmamış olayları hiç yaşamamış insanların dilinden dinlemek miydi? Bu yönüyle bakarsak hikaye dediğimiz şey bir kurgudan mı ibaretti? Yoksa hikayeler yazarının hayatı ve ideolojisi midir? Bütün soruların cevabı "belki evet, belki de hayır"
Galiba ilk hikayeleri üstad Necip Fazıl'dan okumuştum. Necip Fazıl'ın hikayelerinde üstadın dünya görüşünü ve ideolojisini okudum aslında. O hikayeciliği bir nevi fikriyatını okuyucuya geçirmek veya aktarmayı amaçlamıştı bana göre. Hikaye bir amaç değil sadece bir araçtı. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın okuduğum hikayelerinde de aynı şey söz konusu aslında. O da hikayelerini bir araç olarak kullanmış. 
Ahmet Hamdi Tanpınar ve "eşya" kelimeleri belki de çok yerde bir arada anılır. Bunun ne demek olduğunu Tanpınar hikayeleri ile daha iyi anlamış bulunuyorum. Tanpınar eşyalardan ve mekanlardan yola çıkarak insanı tahlil etmiş ve ruh dünyamıza girmesini çok iyi bilmiştir. O kadar ki bir meyhanede iken veya hikayelerde bir tabloya bakarken kendinizi nerelerde ve hangi ruh hali içinde bulacağını ancak siz bilebilirsiniz. Eşyadan yola çıkıp ruh dünyasının derinliklerinde gezdiğiniz yolculuktan tekrardan eşyaya dönüş yaptığınızda "ben neredeyim?, neyi okuyordum?, bu karakter kimdi?, hikayenin neresinde kalmıştım?" gibi soruları kendime çokça sordum ve eminim sizde bu soruları kendinize soracaksınız. Size tavsiyem fazla zorlamayın, akışına bırakın. Bu tekniği bence yazar günlük hayatında karşılaştığı eşyalardan ve mekanlardan etkilenip söylemek istediklerini ve ruh analizlerini aktarmak için kullanmış. Velhasıl herkesin söylediği gibi eşyayı konuşturmuş ve ona kişilik kazandırmış. Tanpınar'ın belki de çok fazla okunabilen bir yazar olmayışının sebebi bu tekniğidir. Tanpınar demek kafa karışıklığı, ruh bulanıklığıdır bana göre. Anlamak belki gerçekten zor ama sağlam bir kafa ve sakin bir mekanla bu aşılabilir. Söylediklerim bile bu yazıyı okuyana belki de karmaşık gelecektir. Ama karmaşık olan bir şey yalın bir şekilde nasıl anlatılabilir ki? Somutlaştırmak için size şöyle bir örnek verebilirim. Örneğin, bir eve misafirliğe gittiniz. Orada bir eşya gördünüz. Bu bir koltuk da olabilir, bir insan da, bir duvar da olabilir. O eşyayı gördüğünüz anda aklınıza geçmişiniz geldi ve düşünmeye başladınız. Ya da o duvarın şekli veya rengi sizi sizden alıp aslında içinizde olan başka diyarlara ve zamanlara sizi aldı götürdü. Düşündünüz, hatırladınız ve sonra o duvarın önünden geçip gittiniz. O duvar sizin için artık herhangi bir duvar değildir. O duvarın sizde özel bir manası ve derinliği vardır artık. Önünden her geçişinizde o duvar size çok şey hatırlatacaktır. Sizin iç dünyanızda o duvar artık bir karakter halini almıştır, sizinle bir şekilde iletişim kuruyordur ve siz iç sesinizle o duvarla konuşuyorsunuzdur. İşte eşyayı konuşturmak tam olarak bu. Ahmet Hamdi Tanpınar sizin yerinize o duvara gitmiş, hatırlamış, düşünmüş, konuşmuş ve bunların hepsini de yazmıştır. Ortaya da çok güzel Hikayeler ortaya çıkmıştır. Umarım anlaşılabilir olmuşumdur. 
Duvarların önünden geçip giden değil de onlara hayat veren insanlardan olmanız dileğiyle. 
İyi okumalar...

Kitaptan Alıntılar;

"İki insanı birden sevmek? diye bir daha düşündü. Bu içinden çıkılmayacak kadar güç bir şey miydi?"

"Mademki ıstırap içimizdedir; çaresiz katlanacağız."

"Demin sizi benimle yolda el ele ve gülerken gören liseliyi düşünün; bu gece, yarın, belki ömrünün sonuna kadar bizi düşünecek. Ne gördü bizden; son derece mesut iki insan hayali değil mi? Yarım amcasının kızına, yahut komşusuna, mektep arkadaşına sırf bu tesadüfle aşık olabilir ve gelecek sene kendisini asmak için hiçbir ağaç dalını kafi derecede sağlam görmez. Fakat bunu başına gelmeden anlamayacaktır."

"Bu kadını daha birkaç gün evvel tanıdığını adeta unutmuştu. O kadar ki, gözlerini kapayıp biraz dalsa, onu bütün ömrü boyunca her anına karışmış görecekti."

"Fakat tek bir yolda yürüyecek insanlardan değildi. Onun zihnine herhangi bir düşünce hiçbir zaman yalnız gelmezdi. Muhakkak bir karşılığı, birkaç benzeri ve ayrısı olacak, kine sevgi, sevgiye şüphe, şüpheye hiddet ve kayıtsızlık refakat edecekti."

"Ölmüş saatlerimiz, günlerimiz, senelerimiz olduğunu, yıllarca farkında varmadan bir hiçin sarraflığını yaptığımızı, yaşamadan yaşadığımızı kim inkar edebilirdi. "Hatta öyleleri var ki bir kere olsun ruhlarının gerçeğine doğmadan ölürler..."

"Niçin her zaman uyanık değiliz" diyordu. "Niçin canlı bir vücudu, bir tahta bir taş yapan o rüyasız uykular gibi, etrafımızdan habersiz yaşıyoruz. Bu zenginlik içimizde iken, küçük tasaların, zavallı hesapların uğrunda ömrü harcamak ne kadar kötü."

"Göz korkunç bir şahit, değil mi? Yahut korkunç ayna.. Her şeyi, ifşa ediyorlar. Hele hislerimizi gizlemek isteyince bakışlarımız nasıl değişir? Kaskatı olurlar. Ve biz gizlendik sanırız."

"O her vakit görünmez ve yalnız, kokusundan mevcudiyeti hissedilen eşya gibi, içimizdeki korkusuyla bize kendisini hatırlatırdı. Fakat bazen birdenbire bu sükutu kırar ve en geniş sesiyle konuşmağa başlardı."

"Evet, pekala biliyorum ki, bir gün ben her şeyi bırakıp bu küçük yola dalarsam, onun bittiği yerde bütün saadet ve hasretlerimi, eski yaşanmış rüyalarımı bulacağım, temiz, yepyeni, mesut bir adam olacağım.
Bunu biliyorum, fakat yapamayacağımı da biliyorum."

"Yüz buruşukluğunun, göz altındaki herhangi bir çizginin, dudak kenarındaki bir kıvrımın, ne bileyim, konuşmadan evvelki bir saniyelik bir tereddüdün, küçük bir el işaretinin, manasız ve ehemmiyetsiz bir bakışın, bir gülüşün, bir omuz düşüklüğünün bütün bir ömrü en ince, en karışık, en nüfuz edilmez taraflarından anlatacak birer emare, birer işaret olduğunu hiç düşündünüz mü?"

"Bu insan yüzünün en manalı bir alem olduğunu, ben o geceye kadar anlayamamıştım. hayat dediğimiz o girift oyunun, aktörlerini bu kadar kuvvetle benimseyeceğini, onların her hal ve tavrına kendi akışının damgasını bu kadar kuvvetle vuracağını hiç düşünmemiştim."

"Bu siyah, uzun saçları geçmiş güzelliğinden muhteşem bir yadigar gibi duran, bitkin yüzlü kadın kimdi? Bununla beraber onun kendi karım olduğunu, bu çocukların kendi çocuklarım olduğunu biliyordum. Fakat böyle olmalarını bir türlü kabul edemiyordum."

"Nasıl oldu, ben de bilmiyorum; birdenbire olduğum yerde ok uzun bir uykudan uyanmış gibi doğruldum ve etrafıma şaşkın şaşkın bakmağa başladım. İnsan, eşya, bütün etrafımdakiler benimle alakalarını kesmiş gibiydiler, her şey, hepsi bana yabancı oluvermişti. Bu kadar senelik karımı, kendi çocuklarımı, evimi, odanın her biri vaktinde hayatımın bir hadisesi olmuş eşyasını, velhasıl elimdeki işe ve üstümdeki elbiseye kadar hiçbir şeyi tanımıyordum. O anda bir aynada kendi yüzümü görsem belki onu da tanıyamazdım. O kadar kendi hakikatimde, rüyalarımın hakikatinde uyanmıştım."

"Bir sarhoş tasavvur ediniz ki kadeh elinde ve sofra başında birdenbire uyanıyor, kendisini ve etrafını görüyor, eşya ile, zaman ile kendi arasındaki alakanın istihzasını geçiriyor; bu bedbahtı zannetmem ki bir daha kolay kolay kendinden geçirebilesiniz, elveda alkolün unutturucu cenneti..."

"Herhangi bir kalabalıkta kendimden başka herkes olmağa razıyım. Ahi bir elbise değişir gibi hüviyetini değiştirebilmek, lalettayinin içinde kaybolmak, bir avuç kum içinde bir kum tanesi olmak ve böyle olduğunu dahi bilmemek."

"Bu  yaşadığım hayat, o kadar benim değil ki herhangi bir saatimde birisi gelip de bana "Haydi kalk, sıran geldi, kendi kendin ol!" diye bağırsa sanki böyle bir şey mümkünmüş gibi inanıp koşacağım. Bu his bende o kadar kuvvetli..."

"Abdullah, ufak bir dikkatle bu konuşmanın istikametini buldu. Salonun ortasında çok muntazam fasılalarla önündeki makarna tabağına, kesilmiş gibi düşüp sonra birden kalkan sefarethane kavası kılıklı adamın dik bıyıkları şimdi başka bir mana ve dikkat kazanmışlar, bu bacaklarla konuşmakta idiler."









Yorumlar