SUZAN DEFTER- AYFER TUNÇ

Ne diyeceğimi bilemiyorum aslında. Didem Madak'dan sonra beni etkileyen ikinci kadın yazar/şair Ayfer Tunç oldu galiba. Kitabı anlatmadan baştan diyebilirim ki bu kitabı kesin okuyun.
Ayfer Tunç'un, Suzan Defter isimli romanı her ne kadar üzerinde roman yazsa da aslında tam olarak roman sayılmaz. Kitapta biri erkek diğeri kadın iki karakterin yaklaşık bir aylık günlüklerini okuyoruz. Bu yönüyle bu kitaba tam olarak roman diyemiyorum ama anlatı denilebilir. 
Bu günlükleri okuduğunuzda eşlerinden boşanmış, etrafları kalabalık olsa da aslında tek başlarına kalmış ve melankonik bir hava içinde hayatlarını sürdüren bir erkekle bir kadının hayatını kısaca okumuş oluyoruz. Bir aylık bile tutmayan bu günlükler aslında okuyucuyu ara ara karakterlerin geçmişlerine de götürmüş. Böylece karakterlerin hayatlarını da az çok okumuş oluyorsunuz. Dil çok güzel ve akıcı. Bir bölümü/günü bitirdiğinizde diğerine geçmek için can atıyorsunuz. Kitabın çoğu yerinde anlatılan olayların/olguların dile getirilişi benim yazarın bir hayranı olmama sebep oldu. Çok... Çok ama, çok kere bir cümleyi ya da bir bölümü bitirip kitap daha elimdeyken düşüncelere daldım. Minnacık bir kitap ama kocaman ruhlar var bu kitabın içinde. 
Ayfer Tunç, benzer erkek ve kadın karakterleri bir şekilde bir dönem için birleştirmiş. Çok da iyi etmiş. Yalnız kafama takılan bir kaç şey var. Onları da söylemeden duramayacağım. Kadın karakter Derya'nın abisini bu kadar çok sevmesini bir türlü çözemedim. Bu kadar sevgi biraz fazla olmamış mı sevgili Ayfer Tunç? Bir de erkek karakter kadını yani Derya'yı, Derya olarak değil de Suzan olarak tanıyor. Bunu çözemedim. Kitabın bir yerinde bunun nasıl olduğu yazılıysa da demek ki ben kaçırdım. Yok ben kaçırmadıysam aydınlanmak istiyorum. Son olarak kitabın yani günlüklerin sonu sanki yarım kalmış gibi. Sonunu söylemeyeceğim okuyucunun tadını kaçırmamak adına ama ne bileyim devam etse bir şeye bağlansa, kadınla erkek zaten güzel anlaştılar evlenselerdi ya da birisi ölseydi filan. Belki de birazcık Türk filmi tadında gibi şeyler istiyorum ama bu kadar güzel bir kitap ve sonunda yoksunluk hissi... 
Son olarak okuyucuya tavsiyem bu kitabı kesinlikle okuyun ancak bir şeye parmak basmak istiyorum. Kitabı elinize aldığınızda 16 kasım cuma günü ile hikayeye/günlüklere başladınız. Bir baktınız karşı sayfada da aynı tarih var. Bu kafanızı bulandırmasın. Kitap her iki karakterin günlüklerinin sırayla basılması ile oluşmuş. Yani önce erkeğin sonra kadının günlüklerini okumayacaksınız. Aynı günü hem kadından hem erkekten dinleyeceksiniz. Size tavsiyem önce birinin günlüklerini bitireyim sonra diğerini bitireyim demeyin. Olayın sıcaklığını kaçırmayın böyle yaparak. Son dedim ama, son bir son daha eklemem lazım :) Kitabı elinize aldınız soldaki sayfayı okumaya başladınız. Şuna da dikkat edin. Soldaki günlükler erkeğe hemen karşıdaki sayfada yani sağdaki sayfadaki günlükler ise kadın ait. Karışmasın rica ediyorum. Soldaki ilk sayfayı okudunuz hemen sayfayı çevirin ve devamına yani yine sol ve arka sayfaya geçin. Biraz karışık olmuş olabilir ama okuyunca anlayacaksınız.
İyi okumalar..

Diğer roman incelemelerim için tıklayın

KİTAPTAN ALINTILAR;

"Sen şimdi uçlarından kan damlayan kızıl saçlarının çevrelediği yüzün gözyaşlarınla ıslak, yatağına uzanmış, tavana bakıyorsundur Suzan. Sevmenin seni hala yakıyor olmasına şaşırıyorsundur. Ben de şaşırıyorum."

"Sokakların kanlı olduğu zamanlarda, eski usul bir aşk yaşıyorduk," dedi, "insanlar aşka hala ayıplayan gözlerle baktığı için, aşkımızı belli etmemeye çalışmaktan yorgun düşerdik. O kadar az bir araya gelebiliyorduk ki, önceliği daima aşka veriyorduk. Tam aşkı tatmıştık, ihtilal oldu. Sokaklarda artık ne inanca ne de aşka yer vardı."

"Keder ağırbaşlı bir ruh hali. Ne bileyim, sanki hayatla konuşma fırsatı: Yaa hayat, işte sonunda beni bu hale getirdin. Eserinle övün şimdi."

"İnsan ölmek istiyor", dedi neden sonra.
"Kasvetten mi?"

"Kederden."

"İnsan hayati bir rahim arayışından ibarettir", dedi Ekmek bey, "ev rahimdir. Bundandır kendimize bir ev aramamız. Evi olan insan ne şanslı!"

"Hikaye daima bir ihtiyat payı taşır. Hikayeye gerçek kadar üzülmemiz gerekmez, inansak bile."

"Elimizden akıp giden, karanlık, kasvetli, bizi zavallı kılarak boğan günlere yemeklerle, buğularla, kokularla, seslerle güzel bir gün süsü veririz. Kahve içer, sigaralar tüttürürüz bunun için."

"İnsan gençliğini aşka vermezse, gençlik neye yarar?"

"İş o akşam aşka çok yaklaşmıştık. Bana biraz daha uzun sarılsaydın; ahşap evlerin loş ışıklı pencerelerinden, sokak lambasının ışığında büyüyen gölgelerden çekinmeyip beni öpseydin; belki de beni kurtarmış olacaktın."

"Ağladığını hissettirmemek çok zordur", dedi, "gözlerinden yaşlar akar, burnunu çekmemek için ağzından soluk alırsın. Verdiğin sıcak soluk yüzünü sızlatırken, aldığın soğuk soluk boğazından geçer, kalbine iner. Omuzlarının titrediği hissedilmesin diye kaskatı kesilirsin. Ağladığını duyurmamak çok yorar insanı."

"En huzurlu ölüm bu diye geçmiş aklından: donmak. Sonu olmayan bir uyku"

"Kadın çıkıp gittiğinde bir ferahlık duydum, ihanete çok yaklaşıp durabilen, durabildiği için kendiyle gurur duyan bir aşık gibi."

"BUNUN liseden arkadaşı dedi abim, benim de TAAAa üniversite yıllarında sevgilimdi. Ama HAYIRSIZ çıktı çok, ayrıldık diye Derya'yı da aramadı bir daha.
Hayırsız çıkan sevgili: Suzan.

Bu: Ben. Taaa geçmişte kalmış, değersiz bir hatıra: Bu aşk."

"Karımın gururu mu incindi? Öyle sanmıştım; evliliğimizin ilk zamanlarında olduğu gibi içimde sevinç veren bir şeyler kıpırdamıştı. Çok sonra anladım, henüz gözden çıkarılacak kadar kullanılmamış, yeterince sömürülmemiş bir adam olduğumu."

"İhanet cesurca bir duygu, çok şehvetli, tedirginlik ve korku da var içinde, belli belirsiz bir pişmanlık. İnsanın başını döndürüyor. İhaneti çekici kılan şeyin şehvet olduğunu sanırlar; şehver seldir, sürükleyendir, doğru ; ama asıl çekici olan cesaretmiş meğer.

Cesaret insana iyi geliyor: sana ihanet edebiliyorsam dünyaya hükmedebilirim, bir. İhanet ederken cesaret, şehvet, korku, pişmanlık duyuyorsam; sen varsın demektir ki; işte bu çok önemli, iki."

"Ama beraberlik ölü ise, ayrılmak, çürüyen iki parçanın birbirinden zahmetsizce kopması demektir. Çürümek acı vermez, ölü olan çürür.

Çürüdüğünü anlatmak kolay değil, ölü olduğunu ikrar etmek ise çok zor."

"Derya da iyi. Vereyim konuş.

Ah sevgili abicim, Tülay beni merak etmiyor ki... Gerçekten benim yanımda mısın, değil misin; onu öğrenmek istiyor sadece."

"Sevdiğim: dün ve daima. Sevgilim: sadece bugün.
Sevdiğim: eşsiz ve tek. Sevgilim: sığ ve çok.

Sevdiğim: sevdim sahiden. Sevgilim: emin değilim."

"Yıllar boyu yanmaktansa için için, boş odalarla dolu bir evde boşluk büyütmektense; ipin üstünde yürümekten başka NEDİR BİR HAYAT?"

"Beni neyin beklediğini bilmiyorum. Ama beni güzel günlerin beklediğine inandığım o günler çoktan bitti. O günlermiş meğer güzel olan. Şimdi günler beni olduğum yere çiviledi. Kendi çarmıhımda sızlanıyorum."

"Aşkı aşkın çektiğini bilmiyordum. Hamurunda aşk yoksa bir insanın, nafile."

"Emin olmasam da "hayat bir iz bırakmaktır" diyebilirim.

Mezar taşı bir iz sayılır mı, emin değilim."

"...meyve soyup yiyorlardı, soyup yiyorlardı, her şeyi yediklerini düşünmüştüm o an, beni, benliğimi, iştahla."

"Suzan "aşk acı sevmeye benziyor" demişti, "yakıyor, biliyorsun, ama yine de gidip aşık oluyorsun".

"Kim bir defterde benim adımı geçirmek lüzumunu hisseder ki?"

"Yaşamak her şeye rağmen bir iz bırakmaktır yeryüzünde. -Ben de yaşadım, sizin kadar!"

"Şu dünya üzerinde adımın geçtiği tek yer mahkeme ve noter evrakıymış meğer-ne korkunç."

"Uyuklamak parça parça ölmek, uyumaksa yekpare ölüm."

"Kendimi kapadım yazdığım defterlere. İçimi açmaktan çok korktum."

Aynı şeyleri yazmaktan sıkılıp bıraktım.
Bu defa olağandışı bir şey yok hayatımda. Hatta her şey fazla olağan.
Belki yine hep aynı şeyleri yazarım:
Bugün hiçbir şey olmadı.
Bugün de hiçbir şey olmadı.
Bugün de.

Sonraki sayfalara da (") işareti koyarım."






Yorumlar