KAYBOLAN DÜŞLER SENFONİSİ- İBRAHİM YUSUF PALA

Hayatımda ilk defa yazarından imzalı bir kitabım oldu. İbrahim Yusuf Pala'nın Kaybolan Düşler Senfonisi isimli kitabını bana gönderen yazara çok teşekkür ediyorum. Ancak keşke yazarımıza kitabı göndermesinin dışında da kitap için ayrıca çok teşekkürlerimi de sunabilseydim. Bu kitap için ne diyeceğimi bilmiyorum. Hayatımda en zor okuduğum kitaplardan bir tanesi oldu ve kitap 142 sayfa. Normalde beni azıcık içerisine alan bir kitabı çok ara vermeden okur bitiririm. Hele ki 142 sayfayı. Ancak kitap galiba bir haftadır elimde gezindi. Ben bir edebiyat eleştirmeni değilim muhakkak. Olayın teknik yanını eleştirmek değil amacım. Amacım, okuduğum kitapların bende uyandırdığı hisleri aktarmak ki başka insanlar bunlardan faydalanabilsin. Bu kitap hakkında hiç olumlu hislerim yok maalesef. Dedim ya ben bir eleştirmen değilim. İşin teknik tarafıyla da ilgilenmiyorum. Yazar kitabında şu tekniği kullanmış veya şu akımdan etkilenmiş vs. bunlardan anladığımı zannetmiyorum. Açıkçası çok da ilgilenmiyorum. Bu biline.
Şimdi gelelim işin ağır kısmına. Yani ağır eleştirilere. Bence yazarımız beni dinlesin ve yazım hayatını ona göre çizsin. Naçizane tavsiyemdir. İlk olarak cinsellik konusu. Yahu mübarek yalan olmasın 10 sayfada bir ilişki olmak zorunda mı? Ya da bir fantazi ya da cinsel bir süzüş olmak zorunda mı? Yani adam yiyor içiyor, ..... Adamın normal hayatı böyle mi? Aktarmak istediğin de illa bu da olmak zorunda mı? O zaman sabah beraber uyandılar de geç. Biz anlarız zaten gece nolmuş. Yine bu konuyla ilgili bir şey daha. Madem bir ilişki anlatılacak bu azıcık zarif olabilir. 
İkinci olarak yine cinsellik konusu. Kadın kadına erkek erkeğe aşklar vs. Bilmiyorum. Gerek var mıydı? Özet olarak bu kadar cinsellik fazla ve bu konunun işlenişi hiç güzel değildi.
Hikayeye gelecek olursak.... Şizofreni herhalde film endüstrisinin en gözde psikolojik hastalıklarından biridir. Ancak anlatımdan mıdır yoksa kitabın içine yeterince dalamayışımdan mıdır bilmem hani okurken "hadi ya, vay anasını" gibi tepkiler verirsiniz ya. Bende olmadı. Yani mevzu olay içinde olay ve bunu kavramaksa ben kaçırdım olayı. 
Başka bir husus.. Hikayede bir karakter var. Bir kadınla tanışıyor. Kadın tüm dünyayı gezmiş vs. Her yerde bir arkadaş filan. Bu kadın bana çok yapmacık geldi. Böyle nasıl desem hani arabesk filmlerinde olur ya mazlumlar garibanlar. Bakarken sizi ağlatmak isterler. İşte bu da böyle sosyetenin entellektüel kesimin arabeski gibi. Yüksek kültür, para, gezme tozma vs. Yok böyle bir dünya. Bir kitap yazacak olsam karakterin dünyayı gezdiğini neden anlatma ihtiyacı hissedeyim ki. Çok gerekliyse bile bu böyle daha sade bir şekilde hikayeye yedirilebilirdi. Yani düşünün kadın şarap işiyle uğraşmış sonra tutmuş bilmem nereli arkadaşıyla Türkiye'de yayıncılık işine girişmiş. Galiba anlaşıldım. Yazarımıza diyorum ki bize halktan da anlatabilirsin. Aklı başında şizofren olmayan, ne bileyim Ahmet'in Mehmet'in Ayşe'ye Fatma'ya aşık olduğu, şarapçı olmasın bunlar simit peynir de yiyebilirler. Normal bir hayatları olsun yani. Bohem olmasın. Bohem hayat tutmaz güzel bir dil tutar. Bi de son bölümdeki bu Yüksel'in olayında devrik cümleli anlatımı hiç sevmedim.
Kitabı okumadan önce heyecan duymama sebep olan yani ciddi ciddi beni heyecanlandıran kapak tasarımı galiba kitabın tek güzel yanı. Bu kitabın tek ödülü benim açımdan kapak tasarımına.
Velhasıl yazarın affına sığınarak diyorum ki tavsiye etmediğim bir kitap. İyi okumalar.


Yorumlar